18/01/2011

Paternoster, Güney Afrika

"Baba Burnu": Güney Afrika'nın en batısında bir balıkçı kasabası


Cape Bölgesi'nde sıcak bir yaz günü kiraladığımız küçük otomobille Winelands'den (Şarap Bölgesi) batı kıyısındaki Paternoster'a doğru yol alıyorduk. Yolda rastgeldiğimiz küçük ve adı duyulmamış şarap çiftliklerinin hepsinde durmuş ve tadım yapmıştık. En uzun molayı ise yoldaki en ünlü durak Kloovenburg'de vermiştik. Artık yavaş yavaş üzüm bağlarının sıcak ve basık havasından uzaklaşıyor, Atlas Okyanusu'nun esintili ve kendine has tuzlu havasını hissedebiliyorduk.  

Paternoster'in girişinde, üzerinde Paternoster Süpermarketi yazan bembeyaz tek katlı bir binanın önünde durduk. Haftasonunu burada bir evde geçireceğimizden, braai için odun (Güney Afrika İngilizcesinde mangal anlamına geliyor) ve yiyecek almak istiyorduk. Otomobili güneşin altına park edip, kapının önünde şakalşan yerli gençlerin arasından geçip markete girdik. İçerisi sıcaktan kaynıyordu. Raflarda tek sıra dizilmiş ürünler arasında aradığımız pek çok şeyi bulamask da, odun, chutney, rusk ve biraz domates aldık. Chutney, Güney Afrika'ya Malaylar tarafından getirlimiş acı-tatlı bir sos, rusk ise Bruce'un kahvaltıda kahvenin yanında çok sevdiği sütlü gevrek (neredeyse Beypazarı kurusu tadında). Akşam mangalda kerevit yapmayı aklımıza koymuştuk. Bu kıyıda kerevit çok bol ve Paternoster'daki balıkçıların taze taze sattıklarını da tabii ki duymuştuk. Ancak balıkçıları bulmadan önce kalacağımız evi bulup açmamız gerekiyordu. Bu nedenle otomobile dönerek köyün içine doğru yola çıktık.  

Kendine has karakteriyle Paternoster köyü
 
Köye girerken gözümüze bembeyaz boyalı tek katlı evler, ucu bucağı olmayan beyaz kumlu bir plaj, rengarenk balıkçı tekneleri ve tabii ki okyanusun lacivertimsi mavisi çarptı.

Köydeki eskiden balıkçılara ait olan, şimdiyse çoğu Cape Town'luların tatil evi olarak iş gören evlere belli ki çok iyi bakılıyordu. Günlerden Cuma olmasına rağmen saat erken olduğu için henüz ev sahiplerinin çoğu gelmemişti, o nedenle evlerin çoğu kapalı, etraf ise çok sessizdi. Haritamız olmasına rağmen, birbirine tıpatıp benzeyen evlerden bizimkini bulmamız biraz zaman aldı.  

Evi bulur bulmaz, sokaktaki sazlı gölgeliğin altına arabayı park edip, bir-iki parça eşyamızı içeri taşıdık. Evin içi nemli ve çok sıcaktı. hemen pencereleri açıp okyanus havasını içeri taşıdık. Ardından padstal'a (yol kenarı bakkalı) gidip eksikleri aldık.  

Bu padstal'lara Güney Afrika'nın hemen yer yerinde rastlayabilirsiniz. Genellikle manav gibi sebze-meyve ve temel gıda maddeleri satarlar.
 
Plaja gittiğimizde, upuzun beyaz bir sahil bizi karşıladı. Rüzgar başlamış, bembeyaz kumları savurarak esiyordu. Hava halen çok sıcaktı ama şapkalarımızı takıp sahilde uzun bir yürüyüş yapmaktan kendimizi alıkoyamadık. Yürüyüş esnasında bir yunus ailesi de bize eşlik etti.  

Yürüyüş boyunca ayaklarımız okyanusun serin sularında olduğundan hava çok sıcak gelmemişti ama hem acıkmış hem de susamıştık. İsmi Paternoster'la bütünleşmiş olan, 114yaşındaki bir binada hizmet veren plaj restaurantı Voorstrand'e gittik.  

 


Voorstrand her ne kadar derme çatma bir tatil yöresi restaurantına benzese de, oldukça tanınmış ve meraklısı bol bir yer. Menü neredeyse tamamen deniz ürünlerinden oluşuyor ve fiyatlar da uygun. Bütün akşamüstü verandasında oturup en sonunda güneşi batırdık.
 
Akşam olduğunda tüm evlerin önünde mangal ateşi yükselmeye başladı. Güney Afrikalıların mangalları ve ateşleri bizimkilerden daha görkemli oluyor! Biz de benzer bir ateş yakalım diye kendi evimize gittik...







Cape Columbine Doğa Parkı ve Titiesbaai

Ertesi gün, Paternoster'ın yanıbaşındaki Titiesbaai körfezinde bulunan Cape Columbine doğa parkı ve deniz fenerini görmek için erkenden kalktık. Hava serince ve bulutluydu.

Arabaya atlayıp 5 dakika uzaklıktaki bu doğa cennetini görmek için yol açıktık. Tembellik etmenin bir numaralı kural olduğu Paternoster köyünde, hele de bir Cumartesi sabahı için saat o kadar erkendi ki henüz köpekler bile uyanmamıştı :)

Cape Columbine parkı Güney Afrika'nın en batı ucu. Onlarca kuş türüne ev sahipliği yapmanın dışında, ülkenin son insan kontrollü deniz fenerini de barındırıyor! Üstelik bu fener, Avrupa'dan gelen gemilerin Güney Afrika'da gördüğü ilk fener! Tabii ki denize olan bunca merakımız nedeniyle bu feneri de görmemiz gerekiyordu.

Cape Columbine'da görülecek tek şey fener ve kuşlar değil. Ayrıca burada çok da ünlü bir kamp var: Beach Camp. Güney Afrikalı gençlerin ve ailelerin kampinge özel bir merakı vardır. Ne mutlu onlara ki, kamp yapabilecekleri güzel manzaralı, tertemiz, güvenli yerlere sahipler. Haftasonu oldu mu, "bakkie" adı verilen kamyonet/jiplerine atlıyor ve soluğu kamplarda alıyorlar.
Kamp yerinde belki 100'den fazla çadır ve kamyonet vardı. Henüz yeni yeni uyanmakta olan tatilcilerden bazıları serin sularda yüzüyorlardı bile. Bazıları ise sadece okyanusu seyretmekle yetiniyordu...

Bu kısa yolculuktan sonra yine kendi köyümüze döndük. Paternoster'daki, son 24 saatimizi bu köye has bir aktiviteyle geçirmeye karar verdik: Güney Afrikalıların dediği gibi, "just chill" ile, yani "sadece dinlenerek"!

3 comments:

  1. Ben de Paternostere bayıldım. Sakinlik, dinginlik, denizin rengi, evler, herşey muhteşem gözüküyor. Tanzanyadan sonra size misafirliğe mi gelsek ne?:)

    ReplyDelete
  2. Gittiğiniz yerleri okumak ayrı bir zevk, resimlerine bakmak ayri. Yazılanlar da resmedilenler de insani alip götürüyor. Ve insana kendi kendine durup; "evet ya gidip görmek lazım bu diyarları" dedirtiyor. Sizlere iyi yolculuklar. Maceralarınıza bizleri de ortak etmeye devam edin lütfen :)))

    ReplyDelete
  3. Sevgili Papillon ve teo,

    Yorumlarınız için teşekkürler. Yazılarımızı yazarken, seyahatte olduğundan daha farklı, daha doygun bir mutluluk duyuyoruz. Herşeyi yeni baştan ama daha bilge bir gözle yaşamak gibi...Üstelik bir de yeni gezileri teşvik ediyorsak, daha ne isteyebiliriz ki? :)

    Papillon, siz de yakında yola çıkıyor olmalısınız. Yazı ve fotoğrafları merakla bekleyeceğiz! Umarız birgün gerçekten misafirimiz olursunuz. Ama bu sefer tarihlerimiz uyuşmuyor sanırım :)

    Bon voyage!

    ReplyDelete