20/11/2010

Tissamaharama, Sri Lanka

Sanırız Sri Lanka'da hakkında bu kadar çelişkili hisler duyduğumuz tek yer Tissa.

Tangalle'den Tissa'ya topu topu 45 km olan yolu, taksi denilen minibüs ile 1,5 saatte ancak gidebildik. Yolda pek çok polis kontrol noktası vardı. Yavaş gitmemize rağmen iyi bir yolculuk oldu. Tissa'ya yaklaştıkça Tangalle'nin o güzelim yemyeşil tropik bitki örtüsü değişmeye başladı. Manzaramız kuraklaştı. İnsanlar ve köyler daha fakir, daha Hindistan benzeri görünmeye başladılar. Derelerde yıkanan insanlar, iskeleti neredeyse görünen sefil sokak köpekleri...

Önceden bize tavsiye edilmiş olan My Village isimli oteli biraz zorlanarak bulduk. "Tissa Tank" olarak bilinen insan yapımı gölün çok yakınında, 3 odalı, tertemiz ve sakin bir yer. İşte Tissa'dan nefret etmemizi önleyen de bu göl ve kaldığımız otel oldu. Küçük otelimizde sadece biz vardık. Yemyeşil tropik bahçemiz ve bir de gürültücü kargamız vardı. Otel sahibi Sujeth bizi kapıda karşıladı. Sonraki günlerde Sujeth ile sohbet ettikçe, nasıl çalıştığını görünce onun gerçek bir "hotelier" olduğunu düşündük. Sri Lanka'nın belki de en güzel ve en az bilinen küçük otellerinden birini tek başına idare ediyor bu delikanlı. Hem otelin sahibi, hem de tüm temizlik, yemek, bahçe işlerini kendisi yapıyor. Tek başına oteli bu kadar temiz, düzenli tutmak için gün doğarken çalışmaya başlıyor ve hiç durmuyor. Ayrıca çok güleryüzlü ve misafirlerini çok iyi anlıyor. Yalnız kalmak istediğiniz hiçbir anda Sujeth ortada yok. Ama ona ihtiyacınız olduğunda her zaman orada. Otel işletmeciliği hakkında bir eğitim filan da almış değil, doğuştan gelen bir misafirperverlikle yönetiyor küçük otelini.

Otele yerleştikten ve Sujeth'le tanıştıktan sonra etrafı keşfetmek ve tabii ünlü tapınak "dagoba"yı görmek için yola çıktık. Otelden kısa denecek bir yürüyüşle dagoba'ya ulaştık.
Burası İÖ 3. yüzyılda Kral Kavantissa tarafından yaptırılmış 55 m yüksekliğinde bir budist tapınağı. Ülkedeki en önemli ibadet yerlerinden biri. Pirinç tarlaları içinden yürüyerek ulaşılıyor. Bu dagobayı görmeyi uzun zamandır iple çekiyorduk. Ancak hem dagoba'ya giden yolda hem de çevresinde yerlerde yatan, açlıktan iskelete dönmüş, tüm tüyleri ve dişleri dökülmüş, kimi kanlar içinde can çekişen sokak köpeklerini görünce içimizdeki tüm coşku söndü gitti. En güzel beyaz giysilerini giyinmiş, ellerinde lotus çiçekleri ile dua etmeye gelen dinibütün bu insanların nasıl olup da kafalarını çevirip yaşama son bir çabayla tutunmaya çalışan bu zavallı hayvanlara bakmadıklarını anlayamadık. Bugüne dek gördüğümüz pek çok ülkede anlaması zor pekçok alışkanlık görmüştük ama bu doğrusu ikimize de çok fazla geldi. Yolculuğun bu kısmını üzüntüyle hatırlıyoruz. Yine de dagoba'ya olan saygımızdan bazı resimleri buraya ekliyoruz.
Bu üzücü ziyaretten sonra Tissa şehrinin kendisini görmek istedik. Yola çıkmadan önce bazı Sri Lanka gezi sitelerinde harika anlatımlar okumuştuk. Bu sitelerin ne kadar yanıltıcı olabileceğini de böylece bir kez daha gördük. Şehir pislik, toz, gürültü içindeydi. Sri Lanka'da gördüğümüz en pis ve gürültülü yerdi. Yine heryerde, kımıldamaya enerjileri yetmeyen sokak hayvanları yatıyordu.

Bunun üzerine yine pirinç tarlalarından yürüyerek otelimizin çok yakınındaki "Tank" diye bilinen göl kenarına geri dönmeye karar verdik.

Yol üzerinde Rest House levhasını görünce tabii ki hemen girip nasıl olduğunu görmek istedik. Daha doğrusu, gerçekten de tüm rest house'lar şehrin en güzel yerine mi kurulu diye merak ediyorduk. Öyle olduğunu bir kez daha gördük. Göl kıyısında, güneşten korunaklı, yemyeşil bir alan yaratmışlar. Hava gitgide ısınıyordu ama sakin masmavi gölden gelen serinlik çok güzeldi. Göl kenarındaki bu huzur, dagoba ve şehrin çevresindeki üzücü manzaralarla tam bir tezat oluşturuyordu. Birşeyler içip serinledikten sonra otele yürüdük. Bu yürüyüş esnasında çoluk, çocuk, genç, yaşlı herkes el sallayıp selam verdi. Yolda bulduğumuz bir terzi dükkanında, Tangalle'den almış olduğum ucuz şalın dikişsiz olan uçlarını diktirdim. Terzi genç bir kadındı. 30 Rupee istedi, el emeği olduğu için 100 Rupee verdik. Çok memnun oldu.

Yola devam ettik, gezgin bir dondurmacıdan vanilyalı dondurma alırken Janaka isimli bir delikanlı ile tanıştık. İngilizcesi çok iyiydi. Bizi evine davet etti. Önce tereddüt etsek de, öyle içtendi ki kırmak istemedik. Küçücük evlerinde ağabeyi, onun eşi ve çocukları ile birlikte yaşıyordu. Biraz birlikte oturup sohbet ettik, TV izledik. Limonlu bir içecek ikram ettiler. Daha sonra fotoğraf faslına geçtik.
Bu arada Janaka'nın gölde "kuş safarisi" yaptırdığını öğrendik. Tissa'ya gelmeden önce yakındaki Yala Park'ta safariye gitmemeye karar vermiş, ancak en azından gölde kuş safarisi yapmayı aklımıza koymuştuk. Ertesi sabah göl turu yapmak üzere Janaka ve ağabeyi ile anlaşarak otelimize döndük. Yemyeşil bahçemizde biraz dinlenip, gün batımında göl kıyısına gittik. Manzara nefisti.
Bu esnada yakınlardaki küçük bir tapınaktan akşam ibadeti yükseldi. Bizim ezanımız gibi, tüm mahalleye yayın yapıyorlardı. Ancak bizimkinden çok daha uzun bir süre, yaklaşık 1,5 saat kadar, sokaklarda bu büyülü ezgi duyulmaya devam etti. Biz de kapkaranlık sokaklardan yürüyerek Rest House'a gidip güzel bir yemek yedik. 

Ertesi sabah 7'de Janaka ve ağabeyi buluşma noktamızda bekliyorlardı. Motorlu tekneleriyle açıldık. Bir gün önce sohbet esnasında "thambili" (hindistancevizi suyu) sevdiğimizi söylemiştik, ellerinde kocaman iki hindistancevizi ile geldiler. Suyunu güzelce içtikten sonra, içini de kazıyarak yedik. Bu arada Janaka kuş gözlem kitaplarından, gördüğümüz kuşların İngilizce isimlerini söyledi. Bir ara ise lotus çiçeklerinin yanından geçtik. Janaka bana üç tane lotus hediye etti. Ne yazık ki zavallı çiçekler 10-15 dakika sonra solmuştu bile. Gölde bu sabah gezintisi bizim için güne harika bir başlangıç oldu.
Otele döndüğümüzde bizi nefis bir sabah kahvaltısı bekliyordu. Bir gece önce Sujeth'e Sri Lanka kahvaltısı tercih ettiğimizi söylediğimizde epey şaşırmıştı. Sabah öyle büyük bir Sri Lanka kahvaltısı bizi bekliyordu ki bu sefer şaşırma sırası bizdeydi...Hem hoppers, hem string hoppers, hem sambol, hem patates köri, hem de omlet...ve tabii Seylan çayı. Teşekkürler Sujeth! My Village gerçekten de Sri Lanka'da gördüğümüz en iyi kahvaltı, havlu, yastık ve bahçeye sahip otel.
Kahvaltıdan sonra Sujeth'e veda ederek Monoragala'ya doğru yola çıktık. Yolda taksi şöförüne müzeyi gezmek istediğimizi söyledik. Şehrin küçük dagobasının içinde küçük bir müze var, bahçesinde de birkaç Buddha heykeli. Müze bedavaydı ancak peşimize takılan bir görevli para alabileceği ümidiyle bizi hiç rahat bırakmadı. Ne yazık ki İngilizce söyleyebildiği sadece iki kelime vardı: "Very old". Eh müzede olduğumuza göre, gördüklerimizin "çok eski" olduğunu biz de tahmin edebilmiştik! Bu nedenle bizi bir türlü rahat bırakmayan rehber adayına para vermeden ayrıldık.

Böylece Tissa'dan ayrılıp yine yollara düştük. Her yere taksi ile gitmek zorunluluğu bizi epeyce sıkıyor ve aynı zamanda da gezinin en pahalı ayağı oluyordu ancak vakit dar olduğundan buna mecburduk. Tissa'dan karmaşık hislerle ayrıldık. Gölde geçirilen harika vakit ve tanıştığımız güzel insanlar bir yanda...dagoba etrafında gördüğümüz sefalet diğer yanda...

Hoşçakal Tissamaharama!

 Bir sonraki yazı: Monoragala, Sri Lanka

No comments:

Post a Comment