18/01/2010

Bir Haftada Cape Town

Cape Town . . . Hiç kuşkusuz yeryüzünde var olan en güzel şehirlerden birisi. Afrika kıtasının en güney ucunda, kendinizi Avrupa'da zannettiğiniz ama buram buram okyanus kokan, güneydoğulu rüzgarlarla savrulan, ılıman iklimli muhteşem şehir. . .
Türkiye'den buraya ulaşmanın en kolay yolu şu sıralar THY ile uçmak, en ucuz yolu ise Katar Havayolları ile Doha aktarmalı olarak uçmak. İstanbul'dan Johannesburg'a THY ile direkt gece uçuşu yapıyorsunuz (uçuş süresi 11 saat). Joburg'a sabah iniyor ve 2 saat uçakta bekliyorsunuz. İki ülke arasında saat farkı olmadığından jet lag sorunu olmuyor. İki saatlik beklemeden sonra 2 saatlik bir uçuş ile Cape Town Uluslararası Havalimanına iniyorsunuz (Bu yazının yazıldığı zaman İstanbul-Cape Town gidiş-dönüş ekonomi sınıf bileti kişi başı THY'de 1,700 TL, Katar Havayolları'nda ise 550 Euro civarında. Biz daha önce Katar'da ücretsiz otelde bir gün kalarak uçtuk ancak bu olanak halen var mı, bilet alırken sormak gerek.)

Güney Afrika Cumhuriyeti 30 güne kadar olan ziyaretlerde Türk vatandaşlarından vize istememe cömertliğini gösteriyor (Bu daha ne kadar sürer belli olmaz çünkü karşılıklılık ilkesi burada işlemiyor ve Türkiye Güney Afrikalılardan vize istiyor!).

Cape Town her mevsim ziyaret edilebilir ama Güney yarımkürede kış olduğunda (yani Haziran-Temmuz-Ağustos aylarında) yağmurlu ve rüzgarlı hava ile karşılaşabilirsiniz, üstelik hava da erken kararır. Biz hem bu nedenle, hem de bizim kışımızı biraz da olsa kısaltmak için genellikle Şubat ayını tercih ediyoruz.

Cape Town'da her zevke, her yaşa, her bütçeye uygun eğlence var. Tırmanış veya dalış yapmak isteyenler, sadece restaurant, bar ve parklarda oturup tembellik etmek isteyenler, beyaz kumsal isteyenler, doğal güzellik arayanlar, tarih ve şarap meraklıları, tam yerindesiniz! İşte hepiniz için bir haftada Cape Town:

1. Gün:
Cape Town'u gezmeye şehrin simgesi olan Table Mountain ile başlamak gerek. Bu isim Türkçe'de Masa Dağı anlamına geliyor. Tahmin edeceğiniz gibi, dağın üstü masa gibi dümdüz ve genellikle bulutlar buranın "masa örtüsü" oluyor. Bu dağın eteklerinde eskiden harap bir liman varken, bugün Waterfront denilen bir eğlence ve alışveriş merkezi var. Bizce Cape Town'da ilk gününüze burada bir kahvaltıyla başlamalı ve şehri burada solumalısınız.

Waterfront'da her an sürprizler olabilir!
Fok balıkları Atlas'ın soğuk sularına bayılıyorlar. Waterfront'da onlara özel hazırlanmış dinlenme ve yemek yeme platformları var. Çok oyuncu hayvanlar, biraz koksalar da görmeye değerler.

Waterfront'da eğlenceli bir sabah geçirdikten sonra, şehir merkezini gezmenizi öneriyoruz. Özellikle hükümet binasının da bulunduğu, Hollandalı kolonicilerin kurduğu Company's Gardens sıcak bir günde ağaçların gölgesinde serinlemek için iyi bir tercih.
Bunun ardından Main Street civarı ve rengarenk evleriyle Bo Kaap semti gezilebilir. Şehrin bu kısımlarını gündüz yürüyerek gezmek mümkündür ancak hava karardıktan sonra mutlaka kendi aracınıza veya taksiye binmelisiniz. Ancak Cape Town'da taksi bulmak oldukça zordur. Araba kiralamak en iyi seçenek.

Akşam yemeği, şehir merkezinde Long Street'de bulunan ve Cape Town'un simgelerinden biri olan Cape to Cuba'da yenebilir.

2. Gün:

Bugünü plaj günü ilan ettik. Güne Aylin'in Cape Town'daki en sevdiği yerlerden biri olan Camps Bay'de başlamanızı öneriyoruz. Yol kenarındaki kafelerden birinde kahvaltı ve sonra plajda uzun bir yürüyüş. Rivayete göre Sting'in burada evi var, yani her an kendisine rastlayabilirsiniz!

Eğer plaj aşığıysanız, bundan sonra da Clifton isimli plaja gidebilirsiniz. Buranın havası Camps Bay'den oldukça farklı. Yakında kafe veya bar olmadığı için yiyecek ve içeceğinizi yanınızda götürmenizi tavsiye ediyoruz.
Öğleden sonrayı ise Hout Bay'i keşfederek geçirmenizi ve akşam yemeğinde taptaze deniz ürünlerini denemenizi tavsiye ediyoruz.

Peki ya deniz ve plaj sevmeyenler? Siz tüm bu önerileri bir kenara atarak, günü 1,000 m yüksekliğindeki Devil's Peak'e tırmanarak geçirebilirsiniz. Oldukça kolay bir tırmanış ile orta derecede fit kişiler zirveye rahatlıkla ulaşabilir. Ancak yine de bulutlu bir günde denemenizi önermiyoruz. Yolu kaybederek kendisinden günlerce haber alınamayanlar oluyor.

3. Gün:

Güne iyi bir kahvaltı ile başlamak gerek. Önerimiz, bol ağaçlı ve manzaralı Rhodes Anıtı (Rhodes Memorial). Burası plaj sevmeyenlere dün tavsiye ettiğimiz Devil's Peak tepesinin eteklerinde, İngiliz asıllı politikacı Cecil Rhodes için yapılmış bir anıt. Rhodes sadece De Beers elmas şirketinin değil, aynı zamanda sonradan adı Zimbabwe olan Rodezya ülkesinin de kurucusu. Anıtı gezdikten sonra, Cape Town manzarası eşliğinde kahvaltı edebileceğiniz kafeye uğrayabilirsiniz.
Öğleden sonranızı ise Cape Town'un en huzurlu yerinde geçirmeye ne dersiniz? Kirstenbosch Botanik Bahçesi. Koskoca bir park. İçeride Cape bölgesine has yüzlerce bitkiyi görebilir, minik derelerin veya gölün kıyısında dinlenebilir, Güney Afrika'nın sembollerinden olan Afrika tavuklarını (guineafowl) izleyebilir, piknik yapabilir ve kaliteli hediyelik eşya satan tematik dükkandan alışveriş yapabilirsiniz. Ayrıca yine burada kafe ve restaurantlar da mevcut. Hatta belki bir açık hava düğününe bile rastlayabilirsiniz. Ancak son yıllarda burada yalnız başlarına tepelere tırmanan turistlerin bazıları soyuldu. Tenha noktalara tek başınıza gitmemekte fayda var. Yine de sakın endişelenerek burayı görmekten vazgeçmeyin. Cape Town'a gelip Kirstenbosch'u görmemek olmaz!
4. Gün:

Bugün Nelson Mandela ve yoldaşlarının yıllarca hapishanede kaldığı Robben Adası'na gitmenizi öneriyoruz. Ada bugün turistleri ağırlıyor. Ev sahipleri ise burada eskiden hapsedilmiş olan mahkumlar. Waterfront'tan kalkan teknelerle adaya ulaşım sağlanıyor. Adaya doğru giderken arkanıza, Masa Dağı ve Cape Town manzarasına bakmayı unutmayın. Bu, Mandela ve mahkum arkadaşlarının yıllarca baktıkları ve kimbilir ne hayaller kurdukları manzara...

Adaya varınca eski mahkumlardan biri rehberiniz oluyor ve otobüslerle size ada turu yaptırıp anılarını anlatıyorlar. Otobüs ile yapılan bu ada turundan sonra hapishanenin içi geziliyor.
Bu gezinin ardından yeniden Waterfront'a dönüldüğünden, güneşin batışını Masa Dağı'nda izlemenizi öneriyoruz. Her ne kadar dağa tırmanmanız mümkün olsa da (sadece ciddi anlamda fit kişiler için), daha kolay yolu seçerek teleferiğe binebilirsiniz. Ancak teleferikte sıra oluyor, gün batımından çok daha erken sıraya girmelisiniz.

5. Gün:

Bugünü şarap günü ilan ediyoruz. Cape Town civarında onlarca şarapevi var. Bizim önerilerimiz Klein Constantia ve Fairview. Bunları ziyaret ederek, peynir tabağı, yemek veya piknik eşliğinde dünyanın en güzel şaraplarını çok uygun fiyatlarla tadabilirsiniz.

Klasik şarap çiftliklerinde genellikle eski Hollanda tarzı mimariyle karşılaşıyorsunuz. Birçoğunda orijinal eşyalar müze gibi sergileniyor ve çiftliğin tarihini öğrenebiliyorsunuz. Yine büyük şarap evlerinin hemen hepsinin restaurantları var. Buralarda klasik restaurant hizmeti alabildiğiniz gibi, pek çoğunda piknik de yapabiliyorsunuz. Bu seçenek daha ucuz. Önceden hazırlanmış piknik sepetlerinde krakerler, ekmek çeşitleri, peynir ve soğuk et çeşitleri, salata, meyve, tatlı ve şarap bulunuyor. Bu piknikler masalarda veya bağın piknik için ayrılmış bölümlerinde alınabiliyor. Eğer Cape Town'dan arabayla 1-2 saat uzaklıktaki bir şarap çiftliğine gitme şansınız olursa, kesinlikle Vergelegen'i görün.
Şarap sevmeyenler bugünü "township" turu ile değerlendirebilirler. Township, yerlilerin yaşadığı mahallelere verilen isim. Siz siz olun, buralara asla ama asla kendi başınıza (otomobilde olsanız dahi) gitmeyin. Cape Town'daki en büyük township'ler Kayalitsha ve Guguletu. Buralarda yerlilerin düzenledikleri turlara katılabilirsiniz. Biz township'e sadece orada yaşayan arkadaşımız Khalid'in eşliğinde ve onun otomobilinde gidiyoruz.

6. Gün:

Bugün Ümit Burnu (Cape of Good Hope) günü! Hayat boyu görülebilecek en etkileyici yerlerden biri. Cape Town'dan otomobil ile yaklaşık 1 saat alıyor. Herkes burayı Hint ve Atlas Okyanusları'nın birleşme noktası olarak kabul etse de, aslında coğrafi açıdan iki okyanusun kesiştiği yer buraya çok yakın olan Cape Agulhas. Ümit Burnu ise Afrika'nın en güney ucu. Azgın rüzgarları, onlarca gemiyi batıran okyanus dalgalarını görünce adının neden "Ümit" Burnu olduğunu anlıyorsunuz. Gerçekten de bu burundan dolaşan denizciler için karaya ulaşmak ümit edilecek birşey olmalı!


Bölgeye gelindiğinde, otomobilinizi park edip rüzgara karşı yürümeye başlamalısınız. Hedef, karanın en ucunda bulunan ve Afrika'nın en uzun mesafeyi aydınlatan feneri olarak bilinen deniz feneri. Bunu yapmak için ufak bir patikadan yürümek gerekiyor. Rüzgar çoğu zaman çok güçlü esiyor ve patikanın bir tarafı uçurum. Tabelalarda "Rüzgarda aşağıya düşme tehlikesi vardır. Tüm sorumluluk size aittir" yazıyor! Heyecanlı bir yürüyüşten sonra fenere ulaşıyorsunuz. Artık kara kıtanın en güney noktasındasınız, dünyanın en ucunda...Hadi Antarktika'ya el sallayın!


7. Gün:

Son gününüzde sizi dinlendirecek iki önerimiz var. Birincisi, Penguen Plajı olarak da bilinen ve Simon's Town yakınlarındaki Boulder's Beach. Bu plaj Cape Town'un simgelerinden biri. Penguenler çok şirin ve insanlardan korkmuyorlar. Eğer kokuları sizi kaçırmazsa, onlarla birlikte okyanusta yüzebilirsiniz bile!

Penguen Plajı'ndan sonra öğle yemeği yemeniz ve Cape Town'daki son akşamüstünüzü sakin bir ortamda dükkanları ve balık pazarını gezerek geçirmeniz için Kalk Bay'e gitmenizi öneriyoruz. Burası Cape Town'un yanıbaşında sakin ve tarz sahibi bir kasaba. Yazlık evleri, kafeleri, kitap ve antika dükkanları, tren istasyonu, dar sokakları, balık pazarı var. Bize sorarsanız, Cape Town ruhunu çok iyi yansıtan bir yer. Tüm günü burada tembellik ederek, okyanus kıyısında biranızı yudumlayarak geçirebilirsiniz.

Kalk Bay'de okyanus kenarında yemek yenecek pek çok yer var ancak birini şiddetle öneriyoruz: Brass Bell. Deniz ürünleri muhteşem, fiyatları makul ve okyanusa işte bu kadar yakın oturabiliyorsunuz:
Bu molanın ardından balık pazarını gezmeyi de unutmayın.

İşte bizim Cape Town'umuz.

Yazıyı bitirmeden önce sık sorulan sorulardan birkaçını cevaplamak isteriz:

1. Siz muhteşem bir şehir anlatıyorsunuz. Peki ya siyah-beyaz ayrımı, suç oranı, teneke evlerde yaşamak zorunda olanlar?

Güney Afrika'nın ne yazık ki acılarla dolu bir tarihi var. Yine de, değişimin mümkün olduğunu kanıtlayan, umut dolu bir yanı da var bu hikayenin. "Yeni Güney Afrika" (yani apartheid sonrası Güney Afrika) Mandela'nın ANC partisi tarafından yönetiliyor. Dünyanın en yeni ve ilerici anayasasına sahip olsalar da ve ülkede pek çok iyileştirme projesi devam etse de, tüm gelişmekte olan ülkelerde olduğu gibi burada da yolsuzluk ve hızla zenginleşen siyahlar ile hayatlarında hiçbirşey değişmeyen siyahlar var. Ne yazık ki göç, fakirlik ve buna bağlı yüksek suç oranı Güney Afrika'nın gerçekleri. Henüz Cape Town havaalanından şehre giderken "township" (teneke evlerden oluşan fakir zenci mahalleleri) ile tanışıyorsunuz. Birkaç metrekarelik teneke evlerde yaşayan, bir kısmı diğer fakir Afrika ülkelerinden göçle gelmiş insanların hayatına tanık oluyorsunuz. Öte yanda ise bolluk içinde yaşayan bir kesim var (hem beyaz, hem siyah). Bunların çoğu havuzlu, hizmetçili evlerde oturuyorlar. Tabii tahmin edebileceğiniz gibi, bu evler yüksek duvarlar, elektrikli tellerle korunuyor. Bu da yetmiyor, her evde bir "Armed Response" (Silahlı Müdahale) alarmı var. Bir nevi özel güvenlik. Alarma basarsanız, birkaç saniye sonra silahlı güvenlik görevlileri evinizde oluyor. Capetonian olarak adlandırılan bu şehrin insanları, bu hayat tarzına alışmışlar. Her yere kapalı garajlarından çıkardıkları özel otomobilleri ile gidiyor, gece karanlığında yollarda yürüme özgürlüğünü tanımıyorlar. Bunları duyan Türk arkadaşlarımız soruyor: "Çok tehlikeli değil mi, nasıl gidiyorsunuz oraya?" Bu soruya hep gülümsüyoruz çünkü bize Cape Town'lu arkadaşlarımızın sorularını hatırlatıyor: "Türkiye'de bombalar patlıyor, terör var, çok tehlikeli değil mi? Nasıl yaşıyorsunuz orada?" Yanıtları sizlere bırakıyoruz.

2. Güney Afrika ucuz bir ülke mi?

Yazıyı yazdığımız sırada 1 TL = Yaklaşık 5 Rand. Yani Türkler için fiyatlar makul. Özellikle yeme-içme Türkiye'ye göre oldukça ucuz. Oteller de Türkiye'ye göre ucuz. Ancak hosteller Avrupa'ya oranla biraz daha pahalı. Ülkeyi tura kaydolmadan gezenler için, otomobil kiralamak şart. Bizim en pahalı kalemimiz (uçak biletinden sonra) her zaman oto kirası oluyor ancak benzin Türkiye'nin yarısından da ucuz (Her ne kadar "sorumlu seyahat" anlayışı dahilinde toplu taşımayı tercih etsek de, Güney Afrika'da bu mümkün değil).

3. Köpekbalığı dalışından neden bahsetmediniz?

Cape bölgesinde köpekbalığı dalışları yapılıyor. Bazı ülkelerde yasak olan bu dalışlar, Güney Afrika'da henüz serbest. Bu konuda iki ayrı kamp var: Dalışları destekleyenler ve (çevreci ve etik nedenlerle) yanlış bulanlar. Biz ikinci grupta olduğumuzdan bu dalışlara katılmıyor ve tanıtımını yapmıyoruz. Hayvanların doğal ortamlarına girmenin, yemleme gibi teknikler kullanarak doğal davranışlarını değiştirme riskini göze almanın doğru olmadığına inanıyoruz. Köpekbalığı turizmi herşeyden önce belli bir bölgeye olması gerekenden daha fazla sayıda köpekbalığının toplanmasına neden olmaktadır. Ayrıca, teknelerden yem almaya alışan köpekbalıkları, klasik şartlanma (Pavlov etkisi) yolu ile insanlarla yemeği bağdaştırmaya ve tekne seslerini izleyerek kıyıya tehlikeli biçimde sokulmaya başlamışlardır. Bu da, zaten tehdit altında olan bu türün doğal davranış örüntülerinin insanlar tarafından bozulması anlamına gelmektedir. Hayvanlara zarar vermesi dışında, Güney Afrika ve Avustralya'da sayıları gitgide artan köpekbalığı saldırılarının bir nedeninin de, doğal olarak insana yaklaşmayan köpekbalıklarının, yemlenme güdüsüyle sörfçülere yaklaşmaları olduğu sanılmaktadır. Köpekbalıklarını araştırmak son derece zor olduğundan, bu konuda bilimsel çalışma sonuçları henüz yoktur. Yine de Bahamalarda, Hawai'de, Güney Afrika'da, Avustralya'da çalışan pek çok bilim insanı köpekbalığı turizminin olumsuz etkileri hakkında ciddi uyarılarda bulunmaktadır.

No comments:

Post a Comment