12/03/2010

Galle, Sri Lanka

6:30 Treni

Sri Lanka'daki ikinci sabahımızda 6:30 treni ile Galle'e gitmek istediğimiz için saat 5'te kalktık. Shrini bize muhteşem bir kahvaltı hazırlamıştı: Omlet, krep, kızarmış ekmek, reçel, portakal ve çay. Garsonumuz sabah 5 demeden üniformasını giymiş, güleryüzüyle işinin başına geçmişti. Kahvaltının ardından herkesle vedalaşıp yola çıktık. Saat 6'dan hemen sonra, hava henüz aydınlanırken Fort tren istasyonuna vardık. Sabah treninin daha tenha olduğunu duyduğumuz için özellikle tercih etmiştik. Gerçekten de vagonda herkes rahat rahat oturdu. Trene yerleştik, camları açıp bol güneşli, bol manzaralı bir yolculuğa çıktık.
Büyük otellerle dolu olduğu için Sri Lanka'nın Batı kıyısını pas geçerek, direkt olarak güneybatıdaki Galle kentine inmeyi planlamıştık. Galle'e tren yolculuğu 3 saat sürdü ve çok keyifliydi. Colombo'dan çıkar çıkmaz kendimizi yemyeşil doğanın içinde bulduk. Palmiyeler, ırmaklar, plajlar, okyanus. Tropiklerde olduğumuzu yeni anladık!
Pekçok istasyonda durduk. Bunlardan biri de, popüler tatil ve surf kasabası Hikkaduwa idi. Trendeki hemen herkes burada indi.
Nihayet Galle'e vardık. Okyanus kıyısında Portekiz ve Hollandalıların inşa ettiği yüzlerce yıllık bir kalenin içine kurulmuş, ağırlıklı olarak İslam etkisinde ve Kuzey Afrika şehirlerini anımsatan, yılda bir uluslararasıbir edebiyat festivalini konuk eden, küçük pansiyon, kafe ve sanat galerilerinin sardığı, sokakları gündüz okyanus ve baharat, gece ise citronella kokan, insanı her haliyle şaşırtan büyülü bir kent...
Trenden iner inmez etrafımızı tuktukçular sardı. Hepsini başımızdan savıp kaleye doğru yürüdük. Yol uzun olmasa da, hava çok sıcaktı (ve saat henüz 10'du). Sırt çantası gitgide ağırlaştı sırtımda. Ter içinde kalana dek yürüdük, etrafı keşfettik.
En sonunda daha önce rehber kitapta methini duyduğumuz New Old Dutch House'ta birşeyler içmeye karar vererek girdik. Küçük ama oturması çok keyifli bir bahçesi vardı.
Burada kalmak iyi bir fikir gibi göründü. Ama oda-kahvaltı için 50 Dolar istediler. Oysa rehber kitapta bunun yarısı belirtilmişti. Kandırılıyor olmak canımızı sıktı, tekrar yola düştük. Rehber kitaptan gördüğümüz başka iki pansiyonu çok beğendik ama ikisi de doluydu. Bu sırada peşimize pek çok "simsar" takıldı. Hepsi komisyon peşinde, bizi biryerlerde kalmaya ikna etmeye çalışıyor. Yavaş yavaş canımızı sıkmaya başladı bu adamlar. Hepsi ayrı bir yalan söylüyor. Birisi postane müdürü olduğunu, kardeşinin otelinin en iyi otel olduğunu iddia ediyor. Diğeri hep Türkçe öğrenmek isterdim, hadi gelin de benim otelimde kalın diyor. Sonunda oldukça kaba davranmak zorunda kaldık. Adamlardan kurtulup, klimalı oda-kahvaltı için 25 Dolar isteyen Bayan Wijenayake'nin Beach Haven isimli pansiyonuna yerleştik.
Galle'ün en eski pansiyonlarındanmış ve sahibi bayan Wijenayake de şehrin en nüfuzlu insanlarından biriymiş. Doğrusu oda pek de parlak değildi ancak bu aileyi tanımak ve özellikle de mutfaklarında onlarla oturup enfes yemeklerini yemek harikaydı.
Yerleştikten sonra hemen sokağa fırladık. Öncelikle Pedlar's Inn Cafe'yi keşfettik. Galle'den ayrılana kadar da çoğunlukla burada yedik içtik. Tüm yabancı turistlerin gün boyu toplandığı güzel bir cafe. Taze meyve suları nefis: Papaya, karpuz, yeşil limon...Tabii Bruce Lion's birasını tercih etti.
Galle bize çok ilginç geldi. Bir yanda cami, 5 vakit ezan ve Kuran kursuna giden takkeli, beyaz entarili adamlar. Öte yanda rengarenk sarili kadınlar, modern kafeler ve Galle'e yerleşmiş Batılılar. Koloniyel tarzda inşa edilmiş oteller. Bunlardan birisi olan Galle Fort Hotel'de akşamüstü epey vakit geçirdik. Bu otellerde kalmak oldukça pahalı (1 gece 400 dolar) ancak yemekleri hem ucuz hem de kaliteli.
Akşama doğru hava bulutlanıp ince bir yağmur başladı. O tatlı serinlikte sokakları dolaşıp resim çektim.
Akşam yemeği için Mama's Pansiyonun terasına gittik. Terasın hem kendisi hem de manzarası çok güzeldi. Tropik bir akşamda, ezan eşliğinde dünyanın en enfes curry'lerini başka nerede yiyebilirdik ki?
Akşam yemeği için bekleme süresi 2 saatti! Ama doğrusu değdi. Körili tavuk, balık, karides, tofu ve (benim favorim) balkabağı servis edildi. Tabii yanında pilavla. Tatlı olarak ise manda sütüyle yapılan yoğun krema kıvamındaki enfes lezzetli yoğurt (curd) bal ile birlikte servis edildi. Sanırız önceden yemeği ısmarlayıp 1-2 saat sonra yemeye gelmek daha iyi bir fikir olabilirdi.

Yemekte uzak doğudan gelmiş iki çiftle tanıştık. Birisi yeni evli ve hali vakti yerinde olduğu her hallerinden belli Hong Kong'lu genç bir çiftti. Balayı için gelmişler ve bizim gibi kendi rotalarında ülkeyi geziyorlardı. Diğeri ise Çin'den gelen daha da genç bir çiftti. Öğrencilikleri yeni bitmiş ve dünya turuna çıkmışlardı. Gece boyunca bu iki çiftle sohbet ettik.

Saat 9 gibi hesabı ödeyip çıktık. İlk başta sokaklar karanlık ve ıssız gibi geldi. Oysa gözümüz karanlığa alıştıkça, ailelerin hep birlikte verandalarında oturduklarını ve alçak sesle sohbet ettiklerini gördük. Televizyon kültürleri yok bu insanların. Ne harika! Uzun uzun karanlık ve sessiz sokaklarda dolaştık. Bu arada tanıştığımız bir kadın ayaküstü bize evini satmaya çalıştı. Almadık diye de bozulup yardımsever olmayan insanlar olduğumuzu söyledi!

Odaya döndüğümüzde banyo camını açık bıraktığımızı ve odanın sivrisinek kaynadığını gördük! Birkaç denemeden sonra hepsini öldüremeyeceğimizi anlayıp Off sıkındık ve yattık. Sabaha kadar sıtma rüyaları gördüm. Bu arada Türkiye'den getirdiğimiz Off sadece iki gün dayanarak bitti! Yarın şehre inip citronella alacağız.

Milli Bayram

Ertesi sabah 6'da uyandık. Güneşli ama serin, harika bir sabahtı. Sri Lanka kahvaltısı için mutfağa indik: Yumurtalı ve sade hoppers (hindistancevizi sütü ile yapılan bir cins krep, resmi altta), sambol (hindistancevizi ile yapılan hafif acılı, çok leziz bir cins "meze"), taze ananas dilimleri, ev yapımı reçel, kızarmış ekmek ve çay.
Bayan Wijenayake Kurtuluş Bayramı için stadyumda gösteri olacağını söyledi. Biz de oraya doğru yola çıktık.
Kutlamalar çoktan başlamıştı. Bando müzik çalıyor, öğrenciler şiir okuyor, konuşmalar yapılıyordu. Türkiye'dekine çok benzer bir kutlamaydı. Polisler stadyuma girerken üzerimizi aradılar, son derece kibar ve güleryüzlülerdi. Tam 21 kez top atışı yapıldı ve bütün çocuklar ağladı!

Daha sonra kaleden çıkıp biraz da şehri gezdik. Bana 3 Dolar'a güneş gözlüğü aldık. (İnsan hiç tropik adaya giderken güneş gözlüğünü unutur mu?) Ayrıca sivrisinek kovucu bittiğinden citronella aldık. Portakal kokulu bu doğal yağı teninize sürdüğünüzde sivrisinekleri anında kovuyor. Bundan başka sivrisinek kovucu da satılmıyor zaten. Şehirdeki dükkanların çoğu tatil nedeniyle kapalıydı. Sakin sakin gezip, balıkçılardaki balık çeşitlerini inceleyip kaleye geri döndük.

Akşamüstü güneş batarken kale duvarları boyunca yürüdük. Yine üçkağıtçı bir adamla tanıştık. Önce güzel güzel sohbet edip en sonunda tsunamiyi bahane edip para istedi. Artık bu adamlara çok alıştık ama yine de her defasında sohbete başlıyor ve bu sefer düzgün bir insan çıkacağını ümit ediyoruz. Bir türlü olmuyor! Galle çok etkileyici bir şehir ancak insanlar bu havayı bozuyor. Umarız ileride daha kötüye gitmez bu durum.

Daha sonra ünlü Fort Printers Otel'de çay saatine gittik. Beyaz organik çay ve reçelli kaymaklı "scone" ile tam bir İngiliz "high tea" lüksü yaşadık.
Akşam bir ara kendimizi Ocean View isimli küçük bir otelin önünde bulduk. Eski bir binayı restore etmişler (130 yıllık aile evleriymiş). Okyanusa nazır, odalarından dalga sesleri duyulan, nefis bir de balkonu olan şık bir yer yaratmışlar. Gelecek sefere mutlaka burada kalmaya karar verdik.

Ertesi sabah eşyaları toplayıp pansiyondan ayrıldık. Bruce Denizcilik Müzesi'ne gitti. Ben de sokaklarda gezip fotoğraf çektim. Bonito benzeri bir balık satan yaşlı bir adam gördüm. Bir evin kapısının önünde çömelip balığı temizledi, iç organlarını bekleşen kargalar ve köpeğe attı. Köpek önce kargaları kovalayıp biraz yedi, ondan artakalanları da sabırsızlıkla bekleyen kargalar didikledi. Ev sahibi balığını alıp içeri girdiğinde ve balıkçı bıçağını lekeli bir bezle temizlerken, geride hiçbir artık kalmamıştı...Sadece Galle değil, tüm Sri Lanka'yı kargaları ve köpekleriyle hatırlayacağız.

Az ileride okul bahçesinden gelen müzik ilgimi çekti. Simbal sesini duyar duymaz oraya yöneldim. Güneşin altında kızlar beyaz önlükleriyle dans dersindelerdi. Epeyce izledim. Önce biraz utansalar da, sonra gülümseyip el salladılar.
Saat 9:30 gibi, hava ısınmadan yola çıktık. Bir tuktuk kiralayıp 300 Rupee karşılığında sahil kenti Unawatuna'ya gitmek üzere anlaştık. Bu tuktuk ile yaptığımız ilk uzunca yolculuk olacak.

Hoşçakal Galle!
Hoşçakal sokakları citronella kokulu, büyüleyici Galle...

Bir sonraki yazı: Unawatuna, Sri Lanka

No comments:

Post a Comment